28 Ağustos 2014 Perşembe

İNTERNETLE DOLANDIRICILIK

İNTERNETLE DOLANDIRICILIK
                                                                                   İsmail KARA
Ülkemizde, bir hayli dolandırıcı var.
Bu konuda birçok gazete, radyo ve TV haberlerini görmekteyiz.
İnternetin ortaya çıkması ve kullanıcı sayısının artmasıyla
dolandırıcılık sahası biraz daha genişlemiş oldu.
Bu gün ben de dolandırıldım.
Üç gün önce internette gördüğüm güzel ve güven veren
bir reklama aldandım.
“Samsun Galaksy” telefon 99 tl. Sipariş bölümünü doldurdum.
“Üç gün sonra ürün elinizde olacak” denildi.
Gerçekten üç gün sonra Ankara Demetevler PTT’den ödememi
yaparak gönderiyi aldım. Paketi açtığımda, içinden 10-25 tl.
değerinde bir kulaklık çıktı.
Dönüp PTT yetkilisiyle görüştüm, durumu izah edip, iade
etmek istediğimi belirttim. Dediler, “iade etseniz dahi, parayı
geri ödememiz mümkün değil”. O zaman iade etmek de
anlamsız oluyor.
Evime döndüm ve olayı mahallin “Tüketici Hakları” dairesine,
Emniyet Müdürlüğü Dolandırıcılık Dairesine bildirmeye
karar verdim.
Bunları yapacağım ki, başkalarının da üzülmesini, internete
güvenle ürün siparişi vererek cebinin yanmasını, bir nebze de
olsa önlemiş olayım.
*
Babanın evlatlarına,
Çocukların anne ve babalarına güven duymadığı bir zamandayız.
Değil mi?
Peki, başkalarına nasıl güveneceğiz?
Hele alış-veriş ortamında; bir ürünü yakından görmeden
almak için hangi doğruları bulacağız?
Tamam !
Benim gibi parasını vereceğiniz, bir koliyi her hangi bir
taşıyıcı aracılığı ile aldınız. İçinden civciv mi çıkacak,
kuş mu çıkacak, önceden bilme imkânınız var mı? Yok.
*
Bir ticaret şirketinin şöyle reklamlarını görüyoruz;
Bakmadan almam”
“Görmeden almam”
Bu sözler şimdi bana nedense, çok ama çok doğru geliyor.
Evet dostlar !
Bakmadan, görmeden almayın !
Benim gibi de aldanmayın ! 

26 Ağustos 2014 Salı

ÇOK HOR KULLANIYORUZ

ÇOK HOR KULLANIYORUZ.
                                                                      İsmail KARA
Yakınlarımızdaki dinlenme parklarına gidiyoruz.
Utanıyorum.
Bankların hemen yakınlarına çöp kovaları konulmuş.
Konulmuş ama kullanan yok.
O güzelim bankların altları çekirdek kabukları ile dolu.
Yırtılıp yere atılmış kâğıt parçacıklarını görme!
Bu nasıl insanlık?
Utanıyorum.
Bazı insanları görüyoruz;
kabuklu yiyecekler yiyerek yürüyor kaldırımlarda…
Olabilir, ne var bunda? diyeceksiniz. Doğru.
Peki, doğru olmayan ne?
-O insanların çekirdek kabuklarını yerlere atmaları…
Utanıyorum.
Sokakların kenarlarında kedileri görüyorum bazen…
Kedice kedi ortalık yere pislemiyor
ve pisliğini toprak vb. maddelerle örtüyor.
Utanıyorum kedilerden…

Bazen hastane gibi yerlerde,
şehirlerarası yolculuklarda, otobüsün mola verdiği yerlerde,
cami yanlarında tuvalete girdiğimiz oluyor.
Kullanabileceğiz temiz kabinleri arıyoruz.
Az önce giren başka bir insan (!) dışkısını yığıp gitmiş.
Kendi pisliğini temizlemeyi aklına bile getirmemiş.
Ya da çişini yapmış, bir su dökme zahmetine katlanmamış.
Nasıl utanmazsın kedilerden?
Şimdi soruyorum böyle yapan insanlara;
-Siz, evinizde de bunları yapıyor musunuz?
-Kuruyemiş kabuklarını orta yere saçıyor musunuz?
-Tuvaletlerinizi kullandıktan sonra leş gibi bırakıyor musunuz?
Ülkemizde her yıl bir sürü orman yangını çıkıyor
ve hektarlarca ormanımız kül oluyor. Neden?
-İnsanların (!) dikkatsizliğinden… Cam şişe veya şişe
kırıklarını, sigara izmaritlerini rastgele atmasından…
Piknik yaptığı yerde, yaktığı ateşi iyice söndürmediğinden…
Tarlasında anız yakan insanların dikkatsizliğinden…
Ağaç ve doğa sevgisinden mahrum olunduğundan...
Utanıyorum, böylesi insanlardan (!)...
Ortak kullanım alanlarına, ormanlarına
bizim kadar sahip çıkmayan, bizin kadar hor kullanan
başka toplumlar, başka milletler var mı diye merak ediyorum.
Şimdi bir soru daha soruyorum size;
-Tüm bu ve bunun gibi olumsuzlukların sebebi nedir?
Cevabı yine biz verelim;
-Düşüncesizlik ve eğitimsizlik. 
Eğitim, insanlara iyi ve doğru düşünmeyi öğretir.

24 Ağustos 2014 Pazar

HANCI DA ÖKSÜZ KALDI

HANCI DA ÖKSÜZ KALDI
                                                                                                      İsmail KARA
       Öğrencilik yıllarım ve sonrasında ünlü bir şiir ve şarkı olarak dinlediğimiz “Hancı” da öksüz kaldı.
       Şair, Bekir Sıtkı Erdoğan 24 Ağustos 2014 Pazar günü akşam saatlerinde vefat etti.
       Türk Edebiyatında Hisarcılar Ekolü olarak bilinen dönemin içinde yer alan Erdoğan, HİSAR Dergisini uzun sürfe çıkaran hocam Mehmet Çınarlı’nın en yakın arkadaşlarından biriydi. Derginin hem önce, hem de birkaç yıl aradan sonra tekrar yayınlandığı zamanlarda Çınarlı ve Erdoğan hep birlikteydi.
        Maliye Okulunda öğrencisi olduğum yıllarda Hisar Dergisinde zevkle okurduk Erdoğan’ın şiirlerini… Ben “Hancı” yı ezberlemiştim hatta.
       1965’de Hisar’ın jübilesi yapıldığı gün, Ankara’da kendisini yakından tanıma şerefine de nail olmuştum. Dergide yazı ve şiirleri yayınlanan şair ve yazarlar hemen hemen tam kadro oradaydı.
        Bekir Sıtkı Erdoğan 1926 da Karaman’da doğdu. Kara Harp Okulunu ve daha sonra Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdi. Kıta subaylığı yaptı. Bazı askeri ve sivil liselerde edebiyat öğretmenliğinde bulundu.
       Şiirlerinin bazıları, Türk Sanat Müziğinde şarkı olarak da yerini aldı.
       Başta HANCI olmak üzere, şimdi şiirleri öksüz kaldı.
       Şairimize Allah’tan rahmet, Türk Edebiyatına ve sevenlerine baş sağlığı dilerim.

H A N C I

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı! 
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş   
Aman karanlığı görmesin gözüm! 
Beyaz perdeleri, ger yavaş yavaş.
 Sıla burcu burcu... ille ocağım!.. 
Çoluk çocuk hasretinde kucağım... 
Sana her şeyimi anlatacağım, 
Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş. 

Güç bela bir bilet aldım gişeden; 
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan! 
Hancı n'olur, elindeki şişeden, 
Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş! 

Ben o gece, hem ağladım, hem içtim, 
İki gün, diyardan diyara uçtum... 
Kayseri yolundan, Niğde'yi geçtim; 
Uzaktan göründü, Bor yavaş yavaş... 

Garibim; her taraf bana yabancı, 
Dertliyim; çekinme, doldur be hancı! 
İlk önce kımıldar hafif bir sancı; 
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş... 

Bende bir resmi var, yarısı yırtık, 
On yıldır evimin kapısı örtük! 
Garip, bir de sarhoş oldu mu artık; 
Bütün sırlarını der yavaş yavaş... 

İşte hancı! ben, her zaman böyleyim, 
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim... 
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim, 
Şu bizim hesabı, gör yavaş yavaş...

Bekir Sıtkı ERDOĞAN




13 Ağustos 2014 Çarşamba

AİLE BAĞLARI

AİLE BAĞLARI
                                                                                        İsmail KARA
Tüm dünya insanları, “Aile bağları” ile birbirine bağlıdır. Bazı ailelerde bu bağ oldukça güçlü, bazılarında belli süreye kadar güçlü, bazılarında ise oldukça zayıftır.
Yalnız insanlar arasında değil, bazı hayvanlarda da “Aile bağları” daha kuvvetlidir. Ana, baba evlâtları için büyük fedakârlıklar gösterir, evlâtları ise onlardan kolay kolay kopmazlar.
Türk insanları arasında aile bağlarının, tarihler boyunca genelde son derece güçlü olduğu bir gerçektir. Anne ve babanın çocuklarına olan sevgisi, ömür boyu sürerken; çocukların da anne ve babalarına olan sevgi ve saygısı aynı şekilde devam eder. Tabii ki, bu durum ve tutum bütün hısım ve akrabalar arasında da yaygındır.  
Aile bağlarındaki bu güç, aileleri hep başarılı kılar. Yalnız aileleri değil,
hısım ve akrabadan oluşan daha geniş kitleleri de başarıdan başarıya koşturur. Hani ne demiş atalarımız; “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”.
Burada bir inceliğe dikkat edelim; sevgi ve saygı… Esas güç işte bu kavramlarda gizlidir.
İnsan sevdiğini ve saydığını kıramaz, üzemez, incitemez. Onun için benim özlü bir sözüm var o da şu; “Sevgidir her şeyin başı, onu her yere taşı!”. Sevgi ve saygının güçlü olduğu ortamlarda, bence hiçbir kötülük barınamaz. Sizce de öyle değil mi?
Batılı ülkelerde aile bağları, bizdeki kadar güçlü değil. Onlar, belli bir yaşa (18 gibi) gelince çocuklarını yuvadan uçururlar.
 “Anneler Günü”, “Babalar Günü” gibi günler de bu yüzden oralarda ortaya çıkarılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında “Soğuk Savaş” dönemi başlatılmıştır. Silah yerine başka yöntemler uygulamaya konulmuştur.  Güçlü ülkeler, diğer ülkelerde ajanları, casusları kanalıyla çeşitli entrikalar döndürür olmuşlardır.
Bize yapılan başlıca oyunlardan birisi, bizi kendilerine benzetmeye, aramızdaki sevgi ve saygı bağlarını zayıflatmaya çalışmalarıdır ve bu çalışma hâla sürdürülmektedir.
Anaya, babaya saygı İslam Dininden önceki dinlerde emredildiği gibi,
İslam Dinine göre de emrolunmuştur. Hz.Muhammed Mustafa, ana ve babaya saygısızlığın en büyük üç günahtan biri olduğunu ifade etmiştir. Sözü uzatmayalım, sevgi ve saygı dinin de temelidir.
Gerek aile içinde, gerekse yaşadığımız toplum içinde; sevgi ve saygıda kusur etmemeliyiz.
Biz kendine has bir milletiz. Ne batılının, ne de başkalarının olumsuz davranışlarını benimsemek, kesinlikle yanlıştır.  

7 Ağustos 2014 Perşembe

UZAĞI GÖRENLER

     UZAĞI GÖRENLER
                                                                                                ---İsmail KARA---
     Ben teknolojide yapılan yeni icatlar, ilerlemeler karşısında insanlığın da hep daha çok ilerleyeceğini; doğruluğun ve dürüstlüğün tavan yapacağını düşünürdüm. Genç bir öğrenciyken kafamda bu tür düşler dolaşırdı.

    Savaşların bir daha yaşanmayacağını, insanların birbirine kıymayacağını, hatta ormanlara, canlılara, doğal güzelliklere özenle sahip çıkılacağını hayal ederdim.

   Yanılmışım. İnsanların egolarından vazgeçmeyeceklerini, kişisel çıkarlarını insanî çıkarlardan üstün tutmayı sürdüreceklerini hiç düşünmemiştim. Ve doğruların artacağı yerde, aksine eğrilerin çoğalacağı da aklımın ucundan bile geçmemişti.

    Ta, M.Ö.427-347 yıllarında yaşamış olan Eflatun’un aşağıdaki sözlerinin de tarihe gömülüp kalacağını umardım.

“ ...Eğrilerin en önemli özelliği doğru olmadan DOĞRU GÖRÜNMEKTİR. En büyük eğrilikleri işlerken adı en doğru adama çıkar. İşlediği suçlardan biri ortaya çıkarsa, güzel sözler söyleyerek herkesi suçsuzluğuna inandırır. Gerekirse zenginliğine, gücüne ve dostlarına güvenerek zor kullanır, eğriliklerini doğru olarak kabul ettirir. Düşmanına ve doğru kişilere karşı üstünlük sağlar, kazanç sağlar, zenginleşir, çevresine iyilik eder. Çevresi kalabalıklaşır. Böylece eğrileri savunanlar çoğalır, her yönde etkin bir kişi olur, iyi bir hayat sağlar. Tanrılara bol bol tantana ile kurban keser.
    Doğru adam ise; doğruları savunduğu, eğrileri ortaya çıkardığı için baskı görür. O zaman doğru olarak değil, doğru görünmek gerektiğini anlar. Böyle kişiler eğriler tarafından, EĞRİ OLMAKLA  suçlanır. Çoğunluk eğri olduğundan veya eğrilik güç kazandığından DOĞRU ADAM eğrilikle tanıtılır. Doğrular pasifize edilmiş olur.
    Maharetleri EĞRİ OLUP ADINI DOĞRUYA ÇIKARMAKTIR.
    Kötülüğe akın akın gider insanlar,
    Rahattır, yakındır kötülüğün yolu,
    Erdemin ise alın teri koymuş önüne tanrılar”.

    Oysa, ben çok yanılmışım. Yanıldığımı da çok geç anlamışım.

    Eflatun gibi bilginler meğer ki, yüzyıllar-bin yıllar sonralarını görür ve insanlığın geleceğini keşfedermiş. Ne mutlu onlara !
   
    Ben ve benim gibi nice insanlar bugün, birkaç yıl sonrasını bile göremiyor.